3. SAYFA
Giriş Tarihi : 27-02-2012 15:43   Güncelleme : 27-02-2012 15:43

"Anti askeri tutum çok moda oldu"

Beş yıl önce göreve gelen İlber Ortaylı sarayla ilgili birçok sıkıntıyı gündeme getirdi.

 Bazen kendi deyimiyle “kanser” olsa da, önemli sorunların birçoğunun çözümünde etkin oldu. Arkadaşlarının “Sonunda Topkapı’ya padişah da oldu” diye takıldığı İlber Hoca’yla makamında buluştuk, hem saray, hem tarih hakkında konuştuk.

Topkapı Sarayı’nın kapısından içeri ilk girdiğiniz günden başlamak istiyorum. Neler hissetmiştiniz? Bu sarayın kapısından ilk 1952 yılında girdim. 5 yaşındaydım. O zaman ziyaret çok azdı. İlgimi bir cüce çekti. Bahri Efendi’ymiş o... Enderun cücesiymiş. Zenciler gördüm. Sonradan öğrendiğim kadarıyla biri Nadir Ağa"ymış. Bunlar saraydan kalma kişiler, memur olmuşlar. Anlatıyorlar şurası Harem bölümü, burası Selamlık alayı... Bunu anlatan piri fani sakallı değil, 50-60 yaşında adamlar. Tabii, onlar görmüş o zamanı. Saltanat biteli henüz 30 yıl olmuş. n Bilinçli olarak ilk gezişiniz... Çok gezdim. Asistanlığım döneminde, sarayı iyice incelemek için o zamanın müdürü Hayrullah Bey’le resmen temasa geçtim. Doktoramı yapıyordum. Yanıma bir memur verdi, beni o dönem kapalı olan Harem’e bile soktu. Aslında ben siyasal okuyordum. Doktoramın konusunun sarayla bir alakası yoktu. Ama hep meraklıydım. Sonunda mihmandarlık da yaptım biliyorsun. Şimdi kızımın yaptığı şey...

Türkler tarih bilmiyor geçmişini bilmeyen toplum ot bir toplumdur

-Sean Connery’e sarayı gezdirmiştiniz. Enteresan bir anınız oldu mu? Sean Connery çok bilgili, İskoç tarihine meraklı ve İskoç milliyetçisi bir adam. Burada bizim yarım kültürlü ünlü hanımefendilerden biri milliyetçiliğin zararları ile ilgili adamın kafasını şişirdi. Adam “Ne demek istiyorsunuz? Ben de İskoç milliyetçisiyim. İngilizler bizi mahvetti” dedi. Kadın da “İşte bu yüzden sizi mahvettiler” diye sürdürdü. Sean Connery kazandığını İskoçya’ya yatıran biri. Karısı da bilgili bir Fransız. Topkapı’dan çok etkilendiler. -Tarihini pek bilmeyen bir toplumuz. Geçmişini bilmeyen toplumları ne tür tehlikeler bekler? Türkler tarih bilmiyor. Ciddi sorunlar var. Mesela senkronizasyon yapamıyor, tarihleme yapamıyor, tarihleri eşitleyemiyor, kronolojik bilinç yok. Öyle olunca zaten tefekküre gidemezsin. Geçmişini bilmeyen toplum, ot bir toplumdur. Daha büyük tehlikeye lüzum yok. Aklına geleni yapar. Bugünlerde Türkiye’de antiaskeri tutum çok moda oldu. Türkler nasıl bir toplum, bir kere onu öğrensinler, sonra konuşsunlar. Hele Osmanlı tarihi üzerindeki bilgisizliğin ve pespayeliğin sonu yok.

-Bir insan tarihe ne zaman ilgi duymaya başlar?

Hep, her zaman. Şimdi kimseye laf etmek istemem ama üniversitede bu bölümü kazanıyorlar, çalışkan oluyorlar, asistanlığa, hocalığa kadar çıkıyorlar, yararlı işler yapabiliyorlar. Bu Amerikan modeli biraz... Ben buna inanmıyorum. Tarihçi insan öyle yaratılır. Doğuştan bir kişinin nasıl resme kabiliyeti varsa, öyle... Hafızası iyi olmayan ve hafıza eğitimi görmeyen bir kişinin tarihçi olması mümkün değildir.

-Kendinizden bir örnek verir misiniz?

Ben zıplayan sporcu bir çocuk değildim. Kafama bez dolayıp sarık, battaniyeden cübbe yapar, padişahcılık oynardım. Halama mahalledeki mezar taşlarını okuturdum. Bu işe meraklıydım. Hafızam çok iyiydi. Öğrendiğim bir tarihi unutmaz, olayların kronolojik sırasını karıştırmazdım. Evimizde de hep tarih konuşulurdu. Lise sıralarında mihmandarlık kursu alıp, üniversite seviyesindeki tarih hocalarıyla tanışma şansım oldu. Ancak okuldaki tarih kitaplarıyla hiç ilgilenmez, derste sıkıntıdan üzerine resimler çizerdim. O berbat kitaplarla olacak değildi. Tarihi gidip yerinde öğrenmek, koklamak gerekir. Öyle yaptım ben de...

-17 dil biliyor musunuz gerçekten?

Ne 17 dili canım. Atıyorlar. İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, Rusça, herkesin bildiği dilleri biliyorum işte... Aman boşver bunları... n Müzeleri sadece ilkokulda gezen bir toplum olmamız hakkında ne diyeceksiniz? Yanlış. İlkokul çocuğu anlamaz buradan, ancak lise öğrencileri anlar. İlkokul çocuklarının İslam Eserleri ve Arkeoloji Müzesi"ne, Ayasofya’ya yönlendirilmeleri lazım. Çocuklar sıkılıyor. Öğretmenleri de bir şey bilmiyor. Her 20 çocukla bir öğretmen ilgilenmesi gerekirken, bir arkadaşlarına deviriyorlar çocukları... 180 kişilik okul, iki öğretmenle geziyor. Olmaz öyle şey. Zeki çocuk, meraklı da olabilir ama kedi gibi bakıyor. Bir şey anlamadığı için hayat boyu bir daha da gelmiyor. Öyle ot gibi gezdirilsem, ben de gelmem. Günde 10-15 bin ziyaretçi geliyor, saray dinlenemiyor
-Göreve geldiğiniz ilk yıllarda sarayla ilgili birçok sorundan bahsetmiştiniz. Beş yılda bunların ne kadarı halloldu? İçeride İl Özel İdaresi’nin otoparkı vardı. Onu kaldırttık. Sarayın bahçesine Bab-ı Hümayun’un duvarlarını çize çize otobüsler giriyor, güzelim kitabeleri egzoz dumanıyla karartıyordu. Onu durdurduk kavga kıyamet. Sarayı çiçeklendirdik. Aşağıdan Milli Eğitim"in matbaacılarını çıkarttık. Onların damperli kamyonları duvarları kazıyarak içeri giriyordu. Şimdi Sultanahmet’in yürüyüş mıntıkası olması gündemde... Ne kadar iyi olur. Sonra Tarih Vakfı’nı Darphane’den çıkarttık. 12 bin çinimiz var. Onları koyacağız oraya... Çok uğraştırdılar beni çıkana kadar... O zamanın müdürü Ahmet Bey hasta oldu bu yüzden... Adama sormadan sarayın bir bölümüne el koyuyorlar, üstüne 15 yıl oturuyorlar orada. Bakanlıklarla iyi ilişkiler olmamış her zaman. Bakanlıklar bize sormadan iş yapmaya meraklı. Bilhassa dış bakanlıklar... Olacak iş değil. Ancak Franco İspanya’sında olur.

-Ne yapıyorlar?

Dışişleri Bakanlığı bize sormadan sergi kararı alıyor. Hep vardı bu eğilim, yine dirildi. Müzenin geliri Kültür Bakanlığı’na gidiyor. Kapıya döner sermaye koymuşlar. Bu saatte (saat beşe on var) adamlar hâlâ grup alıyor içeri. Günde 10-15 bin ziyaretçisi var buranın. İçerisi tıklım, tıklım. Bu dünyanın hiçbir yerinde olmaz. Saray dinlenemiyor. Bana kalsa fiyatları artırırım ama mali idare elimizde değil. Olmadıkça da, bir yeri tam yönetiyor sayılmazsınız.
-Mali idare sizin elinize nasıl geçer peki? Geçmez. Kanun işidir o.

Açıkçası müdürlükten biraz sıkıldım, devam edebilirim de, gidebilirim de

-Bazı çevreler tarafından Osmanlı kültür-yaşam propagandası yaptığınız yönünde eleştiriliyorsunuz. Ne diyorsunuz bunlara?
Ya bırak abuk sabuk insanlar... Olacak şey değil. Kalkıyor bunu dine, ideolojiye bağlıyorlar. Hiç manası yok. Benim işim bu, efendim. Herhalde Osmanlı Tarihi hakkında yazacağım, konuşacağım.

-Müze müdürü olmak sizin kariyerinize bakılırsa sıkıcı bir iş değil mi?

Müzenin kendi bürokratik işleri var. Kuratörlerimiz eserler üzerinde çalışıyor, ben de bir şeyler yapmaya çalışıyorum. O şahsi tarafı işin... Zaman zaman rutinleşiyor tabii. Açıkçası sıkıldım biraz. Devam edebilirim de, gidebilirim de... Artık onu bilemiyorum. Yalnız 63 yaşındayım, onu unutmamak lazım.

5 yılda 12 sergi yaptım Topkapı yurt dışına açıldı

-Bakım bütçesi yetersiz, diyorsunuz. Bütçe nasıl artırılmalı?

Bütün müzelerin bütçeleri yetersizdir. Müzenin kestiği bilet başka yerlere gider, ihtiyacın ölçüsünde sana döner. Bağış bilinci, kültürünün gelişmesi gerekir. Sponsor da lazım.
-Sergi de yaptınız değil mi? 12 sergi yaptım bu 5 yılda... Yurt dışına açıldı Topkapı. Kremlin ve Tahran geldi buraya... Biz de onlara eser yolladık. “Osmanlı sarayında Rusya” diye diplomatik hediyeler yaptık. Bunlar yeni konseptler. Konulu birçok sergi yaptık. Başka müzelerden de eserler sergiledik.
-“Karga kovacak şahin” meselesinde bir gelişme var mı? O iş iyi yürümüyor. Kargalar çok zeki, becerikli hayvanlar, alet kullanıyorlar. Mesela cevizi alıp mermerin üstüne atarak kırıyor ve orada yiyor. Mermeri zedeliyorlar. Lale soğanlarını kökünden çıkarıp atıyor, çöpleri toplayıp sarayın çeşitli yerlerine dağıtıyorlar. Yok edilmesi lazım ama elimize tüfek alıp yok edecek değiliz. Norveç martısı getirsem, hemen bitirir kargaları ama sonra insanlara saldırmaya başlayabilir. En doğrusu doğan ve şahin... Ama bulunamıyor.
-Nerede aranıyor da bulunamıyor? Memlekette doğan, şahin yokmuş. İthal etmek gerekiyormuş. Biz söyleyecekmişiz de, ithal edilecekmiş. Bununla da ben mi uğraşacağım? Bana ne... Olmaz öyle iş.

Göreve ilk geldiğimde Bağdat Köşkü"ne hırsız girmişti

-Sarayın güvenliği nasıl?

Küçükken Kaşıkçı Elması’nın çalındığı bir film izlemiştim de... Hep merak ederim.
Sarayı bekleyen gardiyanlar var, alarm tertibatı var. Allah’a şükür bugüne kadar büyük soygun olmadı. Küçük küçük şeyler gitti ama sonradan bulundu. Göreve gelir gelmez Bağdat Köşkü’ne hırsız girmişti. Bulunana kadar dokuz doğurdum. n Göreve başlar başlamaz böyle bir şeyin olması ne şanssızlık... Sadece o değil, göreve başladığım ilk haftalarda Fil Duvarı çöktü, sarayın su sistemi patladı. Her ikisinin de onarımını ve restorasyonunu gerçekleştiren İstanbul Belediyesi’nin yardımlarına müteşekkiriz. Yer altı kanalları ve lağım sistemini de İTÜ araştırıyor.

Topkapı"nın aslına uygun bir şekilde korunması lazım

-Depremle ilgili de önlem alınmıyor galiba... Bunun için ne bekleniyor?

Güneydoğu duvarının tamiri gerekir. Bu çok acildir. Hazine Teşhir Dairesi’ne ve mutfaklara 1940’larda taş kubbe ve çimento kullanılarak yapılan yanlış restorasyon tehlike nedenidir. Taş kubbelerin değiştirilmesi, Fatih ve Kanuni devrindeki gibi ahşap yapılması gerekmektedir. Bu şekilde hem bina havalanır, hem de surlara verilen ağırlık azalır. Harem dairesini çimentoyla sıvamışlar, o temizlenmelidir. Ne bekleniyor bilmiyorum. Bu aslında depreme dayanıklı bir bina. 1595’i biliyoruz, 1700’leri biliyoruz, 1895’i biliyoruz, 17 Ağustos var. Bina taşıyor, o önemli. Sinan’ın yaptığı hiçbir esere bir şey olmuyor. Ancak surlar yıkılırsa mücevherden daha kıymetli bir şey gider ki, o da arşivdir. Bir an önce arşivin emin bir yere nakledilmesi gerekmektedir.

AdminAdmin